Doğubayazıt geçen asırda Ağrı’dan daha önemliydi. Gerilemesi, 19. yy.'da üç kez Rus işgaline uğramasıyla oldu. Cumhuriyet yönetimi sancakları il yapınca Beyazıt da il oldu ama 1927'de merkezi Karaköse’ye taşınınca, Ağrı il; Beyazıt ona bağlı ilçe yapıldı. Beyazıt'ın ilk kuruluş yeri, eskiden olageldiği gibi sarayın etekleriydi. Bugünkü yerine 1938'de taşındı. Saray da ona 7 km. uzakta, sahipsiz kaldı uzunca bir süre.
İstasyon mevki, Rusların kendi topraklarından buraya kadar döşedikleri tren yolunun Doğubayazıt istasyonudur. Doğubayazıt’ın yeni yeri, Doğu Karadeniz’in önemli limanı Trabzon’u Erzurum üzerinden Tebriz’e bağlayan ticaret yolu üzerinde ve bu yolun Türkiye sınırını terk ettiği Gürbulak kapısına 36.km mesafede. Doğubayazıt, Türkiye'den İran'a giden yolda son durak.
Saray ilk defa 1925’te Akşam gazetesinde Yusuf Mazhar Bey tarafından yazılan bir yazıyla Türkiye gündemine geldi. En ayrıntılı belgeler de arkeolog Mahmut Akok tarafından 1961’de Türk Arkeoloji dergisinde yayınlandı. Onun ölçüm ve onarım işlemlerine başlamasıyla saray yok olmaktan kurtuldu. 1958'den itibaren aralıklı olarak restore ediliyor saray.
Saray, eski Bayezid ilçesinin merkezinde. 25-30 m. yükseklikteki Karaburun tepesine inşa edilmiş. 10-15 metrelik payanda duvarıyla takviye edilerek, bir platformun üzerine yapılan düzlüğe. Dıştan dışa 115x50 metre olan sarayın yayıldığı alan yaklaşık 7600 metrekare. Kimi yerde tek; kimi yerde iki, bazı yerlerde de üç katlı bir saraymış, zamanında.
Charles Texier'in gravüründe taçkapı üzerinde yükselen tonoz örtüyü dengeleyen kuleler olduğu görülüyor. Tonozun orta köşelerinde de kulecikler. Bu örtü sistemi Hindistan mimarisini anımsatıyor daha çok.
İstasyon mevki, Rusların kendi topraklarından buraya kadar döşedikleri tren yolunun Doğubayazıt istasyonudur. Doğubayazıt’ın yeni yeri, Doğu Karadeniz’in önemli limanı Trabzon’u Erzurum üzerinden Tebriz’e bağlayan ticaret yolu üzerinde ve bu yolun Türkiye sınırını terk ettiği Gürbulak kapısına 36.km mesafede. Doğubayazıt, Türkiye'den İran'a giden yolda son durak.
Bizans döneminde Doğubayazıt’a Kogovit deniyordu. Sonraki adı, Bizans ve Ermeni
kaynaklarında Daryung olarak geçiyor ki bu adın da
Urartulardan geldiği sanılıyor. Beyazıd 1828-29 yılları arasında Rus işgali
altındayken şimdiki yerinden daha aşağıya kaydırılmış ve Nara
Beyazıd adını almış. Böylece bir Bayezid İstanbul’da, bir
Beyazıd Ağrı’da, bir Beyazıd da eski Sovyet Cumhuriyetleri
içinde yer alan Ermenistan’ın Gökçegöl kıyısındaki
Nor Beyazıd olmuş. İstanbul'daki Beyazıt'la karıştırılmaması için 1926'da Doğubeyazıt olmuş. Daha yakın tarihte ise Doğubayazıt.
Saray ilk defa 1925’te Akşam gazetesinde Yusuf Mazhar Bey tarafından yazılan bir yazıyla Türkiye gündemine geldi. En ayrıntılı belgeler de arkeolog Mahmut Akok tarafından 1961’de Türk Arkeoloji dergisinde yayınlandı. Onun ölçüm ve onarım işlemlerine başlamasıyla saray yok olmaktan kurtuldu. 1958'den itibaren aralıklı olarak restore ediliyor saray.
Saray, eski Bayezid ilçesinin merkezinde. 25-30 m. yükseklikteki Karaburun tepesine inşa edilmiş. 10-15 metrelik payanda duvarıyla takviye edilerek, bir platformun üzerine yapılan düzlüğe. Dıştan dışa 115x50 metre olan sarayın yayıldığı alan yaklaşık 7600 metrekare. Kimi yerde tek; kimi yerde iki, bazı yerlerde de üç katlı bir saraymış, zamanında.
Charles Texier'in gravüründe taçkapı üzerinde yükselen tonoz örtüyü dengeleyen kuleler olduğu görülüyor. Tonozun orta köşelerinde de kulecikler. Bu örtü sistemi Hindistan mimarisini anımsatıyor daha çok.
Mutlak ve
meşru egemenlik kurmuş Mîrler
ya da Beyler için, zenginlikle ve kudretle hayranlık uyandırmak
önemliydi. Görkemli görünmek, rakiplere ve düşmanlara karşı
sağlam durmanın kuralıydı. Yaşadıkları yer de, bu kimliği bir
bayrak gibi taşımalıydı. İshak Paşa Sarayı gibi, Hoşap kalesi gibi...
Yapıldığı
yüzyılda da günümüzde de bölgenin en önemli Osmanlı eseri ve
Anadolu saray mimarisinin bir örneği. Surları olmasa bile onu
uzaktan kale sanmak mümkün. 18.yy.’ın ikinci
yarısının en önemli anıtsal yapılarından biri olan saray Doğu
Anadolu’nun Azerbaycan’la ilişkili taş mimarisi üslubunun
temsilcisi. Ortaçağ izlerinin İstanbul’dan gelen Rokoko
etkilerle beraber uygulanması hayli ilgi çekici bir biçim çıkarmış
ortaya.
Osmanlı
kültürünün son bir çabayla bir şeyler yaratması Lâle devrinde
olmuştu. 16.yy.'da Mimar Sinan’la ulaşılan klâsik üslup, 17.yy.
sonlarına kadar etkisini devam ettirirken, Batılı hareket Lâle
devri ile başlamıştı. 1703-1730 yılları arasındaki bu dönemde, kültürel bağımsızlığın zayıflamaya başladığı,
sanata batılı biçimlerin girdiği ama yapıların mimari
planlarının hemen hiç değişmediği görüldü. Süslemeler ise kıvrımlı
palmetler, deniz kabukları gibi Barok
ve Rokoko etkilere mâruz kaldı. İshak Paşa Sarayı örneğinde, bu Lâle devri etkileşimine Kafkas sanatı izleri de eklenince, sarayı
eşsiz kılan bir karma üslup oluştu.
Sarayın
kesme taşla yapılmış olması, aynı teknikle yapılan Bakü
Şirvanşahlar Sarayının İshak Paşa Sarayına etkisi olarak
düşünülüyor. Anadolu’da Artuklu sarayları dışında kesme
taş malzemeli saray yapısı pek yok.
Her bir
taç kapısında farklı bir süsleme planı olması da oldukça
özgün. Tek benzeri, Anadolu Selçuklu çağına ait Sivas Divriği
Ulu Cami ve Darüşşifa'sının taç kapılarının farklı üsluplarda bezenmesi. Her
iki yapı örneği de bu açıdan öncesi ve sonrası olmayan özgün uygulamalar olarak sanat tarihine geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder