Genel Özellikler

Doğubayazıt geçen asırda Ağrı’dan daha önemliydi. Gerilemesi, 19. yy.'da üç kez Rus işgaline uğramasıyla oldu. Cumhuriyet yönetimi sancakları il yapınca Beyazıt da il oldu ama 1927'de merkezi Karaköse’ye taşınınca, Ağrı il; Beyazıt ona bağlı ilçe yapıldı. Beyazıt'ın ilk kuruluş yeri, eskiden olageldiği gibi sarayın etekleriydi. Bugünkü yerine 1938'de taşındı. Saray da ona 7 km. uzakta, sahipsiz kaldı uzunca bir süre.

İstasyon mevki, Rusların kendi topraklarından buraya kadar döşedikleri tren yolunun Doğubayazıt istasyonudur. Doğubayazıt’ın yeni yeri, Doğu Karadeniz’in önemli limanı Trabzon’u Erzurum üzerinden Tebriz’e bağlayan ticaret yolu üzerinde ve bu yolun Türkiye sınırını terk ettiği Gürbulak kapısına 36.km mesafede. Doğubayazıt,  Türkiye'den İran'a giden yolda son durak.



Bizans döneminde Doğubayazıt’a Kogovit deniyordu. Sonraki adı, Bizans ve Ermeni kaynaklarında Daryung olarak geçiyor ki bu adın da Urartulardan geldiği sanılıyor. Beyazıd 1828-29 yılları arasında Rus işgali altındayken şimdiki yerinden daha aşağıya kaydırılmış ve Nara Beyazıd adını almış. Böylece bir Bayezid İstanbul’da, bir Beyazıd Ağrı’da, bir Beyazıd da eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde yer alan Ermenistan’ın Gökçegöl kıyısındaki Nor Beyazıd  olmuş. İstanbul'daki Beyazıt'la karıştırılmaması için 1926'da Doğubeyazıt olmuş. Daha yakın tarihte ise Doğubayazıt.

Saray ilk defa 1925’te Akşam gazetesinde Yusuf Mazhar Bey tarafından yazılan bir yazıyla Türkiye gündemine geldi. En ayrıntılı belgeler de arkeolog Mahmut Akok tarafından 1961’de Türk Arkeoloji dergisinde yayınlandı. Onun ölçüm ve onarım işlemlerine başlamasıyla saray yok olmaktan kurtuldu. 1958'den itibaren aralıklı olarak restore ediliyor saray. 




Saray, eski Bayezid ilçesinin merkezinde. 25-30 m. yükseklikteki Karaburun tepesine inşa edilmiş. 10-15 metrelik payanda duvarıyla takviye edilerek, bir platformun üzerine yapılan düzlüğe. Dıştan dışa 115x50 metre olan sarayın yayıldığı alan yaklaşık 7600 metrekare. Kimi yerde tek; kimi yerde iki, bazı yerlerde de üç katlı bir saraymış, zamanında.

Charles Texier'in gravüründe taçkapı üzerinde yükselen tonoz örtüyü dengeleyen kuleler olduğu görülüyor. Tonozun orta köşelerinde de kulecikler. Bu örtü sistemi Hindistan mimarisini anımsatıyor daha çok.



Mutlak ve meşru egemenlik kurmuş Mîrler ya da Beyler için, zenginlikle ve kudretle hayranlık uyandırmak önemliydi. Görkemli görünmek, rakiplere ve düşmanlara karşı sağlam durmanın kuralıydı. Yaşadıkları yer de, bu kimliği bir bayrak gibi taşımalıydı. İshak Paşa Sarayı gibi, Hoşap kalesi gibi...

Yapıldığı yüzyılda da günümüzde de bölgenin en önemli Osmanlı eseri ve Anadolu saray mimarisinin bir örneği. Surları olmasa bile onu uzaktan kale sanmak mümkün. 18.yy.’ın ikinci yarısının en önemli anıtsal yapılarından biri olan saray Doğu Anadolu’nun Azerbaycan’la ilişkili taş mimarisi üslubunun temsilcisi. Ortaçağ izlerinin İstanbul’dan gelen Rokoko etkilerle beraber uygulanması hayli ilgi çekici bir biçim çıkarmış ortaya.

Osmanlı kültürünün son bir çabayla bir şeyler yaratması Lâle devrinde olmuştu. 16.yy.'da Mimar Sinan’la ulaşılan klâsik üslup, 17.yy. sonlarına kadar etkisini devam ettirirken, Batılı hareket Lâle devri ile başlamıştı. 1703-1730 yılları arasındaki bu dönemde, kültürel bağımsızlığın zayıflamaya başladığı, sanata batılı biçimlerin girdiği ama yapıların mimari planlarının hemen hiç değişmediği görüldü. Süslemeler ise kıvrımlı palmetler, deniz kabukları gibi Barok ve Rokoko etkilere mâruz kaldı. İshak Paşa Sarayı örneğinde, bu Lâle devri etkileşimine Kafkas sanatı izleri de eklenince, sarayı eşsiz kılan bir karma üslup oluştu.

Sarayın kesme taşla yapılmış olması, aynı teknikle yapılan Bakü Şirvanşahlar Sarayının İshak Paşa Sarayına etkisi olarak düşünülüyor. Anadolu’da Artuklu sarayları dışında kesme taş malzemeli saray yapısı pek yok.   

Her bir taç kapısında farklı bir süsleme planı olması da oldukça özgün. Tek benzeri, Anadolu Selçuklu çağına ait Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifa'sının taç kapılarının farklı üsluplarda bezenmesi. Her iki yapı örneği de bu açıdan öncesi ve sonrası olmayan özgün uygulamalar olarak sanat tarihine geçiyor.


Hiç yorum yok: